15. İçimizdeki Çocuk Ölüm'e ve Diriliş'e Nasıl Bakar?

Geldik, gideceğiz; alternatif yok. Onların gittiği yere. Onlar, bizden daha önce ölümle karşılaşıp bileşenlerine ayrışan insanlar; annelerimiz, babalarımız, dedelerimiz, nenelerimiz, yakın uzak milyarlarca insan. Niçin yaratıldık, niçin ölüyoruz?

“O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” (Mülk 2)

”De ki: “Sizin kendisinden kaçıp durduğunuz ölüm var ya, o mutlaka size ulaşacaktır. Sonra gaybı da, görünen âlemi de bilen Allah’a döndürüleceksiniz de, O size yapmakta olduklarınızı haber verecektir.” (Cum’a 8)

"Dediler ki: “Biz bir yığın kemik, bir yığın ufantı olduğumuz zaman mı yeniden bir yaratılışla diriltilecekmişiz, biz mi?” De ki: “(Şüphe mi var?) İster taş olun ister demir!” “Yahut aklınızca, diriltilmesi daha da imkânsız olan başka bir varlık olun, (yine de diriltileceksiniz.)” Diyecekler ki: “Peki bizi hayata tekrar kim döndürecek?” De ki: “Sizi ilk defa yaratan.” Bunun üzerine başlarını sana (alaylı bir tarzda) sallayacaklar ve “Ne zamanmış o?” diyecekler. De ki: “Yakın olsa gerek!” (İsrâ 49,50,51)


Onlarla ilgili yeni yaşantılara duyduğumuz ihtiyacı hatırladıkça, zihnimizi iç oyan acılarla anılara kanırtmak zorunda kaldığımızda sadece geçmişte görürüz annemizi, babamızı; onları gittikleri yerde göremez, şu an ki varlık çevremize getiremez ve onlarla konuşamayız. Günler geçtikçe daha da büyür içimizdeki açlık. Nereye, ne zamana kadar? Yaşadığımız süre sonuna, biz mezara girene kadar. Ya sonra bu açlık sürecek mi? Hayır sürmeyecek; dirildiğimiz günde sadece kendimizi düşünen koca birer bencil olacağız her birimiz. Ancak hesaptan sonra cennetlik olursak başka.

“Sûr’a üfürüldüğü zaman, o gün ne aralarında soy-sop yakınlığı kalacak, ne de birbirlerini arayıp soracaklardır.” (Mü’minûn 101)

”Birbirlerine gösterilirler. Günahkâr kimse ister ki, o günün azabından kurtulmak için oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran tüm ailesini ve yeryüzünde bulunanların hepsini fidye olarak versin de, kendisini kurtarsın.” (Meâric 11,12,13,14)

Mezarlıkların onlara ayrılan yerlerinde, hesapsız bir özlemle ebeveynini görmek için mezarı açıp bakmak isteyen o içinizdeki çocuk, ne görecektir; çok iyi bilirsiniz. Görecekleri onu başka can yakıcı yıkıntılara sürükleyecektir; onlar orada yoklardır çünkü. Orada bulacağı nesneler etsiz kemikler yahut derin göz çukurları olacaktır. Belki o dikdörtgen prizmada insandan artakalan her şey toprak zerrelerinden başka bir şey değildir.

“Sizi topraktan yarattık, sizi oraya döndüreceğiz ve sizi bir kere daha oradan çıkaracağız.” (Tâ-Hâ 55)

Biliyordu; orada hiç kimse yoktu. Oralar ıssızdı. Selam verdiği kimseler mezarlarda yatanlar değildi. Kur’an okuyup ruhlarına bağışlıyordu insan; ama aslında onların hâtırâlarına bağışlıyor, hâtırâlarına dua ediyordu. Hâtırâlarda kalan günahlarına mağfiret diliyor, geçmişi onlar adına, okuduğu her ayet ve dudaklarından/ içinden süzülen her dua ile temizleyip durduğuna inanıyordu. Her bir gözyaşı onlar adına birer af kırıntısı taşıyordu, cehennem alevlerine. Acaba duyarlar mıydı? Allah dilese, neden duymasınlardı ki? Umudedemez miydi insan, ölüler duymasa da ruhlarının duymasını, duymasalar bile hissetmesini. Dualar ile hissedilen ferahlamayı. İnsan umudederdi Allah’ından. Ölüsüne merhamet dileyerek Allah’ına dua eden neden geri çevrilsindi ki?

“Şüphesiz, sen ölülere işittiremezsin. Dönüp gittikleri zaman çağrıyı sağırlara da işittiremezsin” (Rûm 52)

Daha dün ön saflardaki yerini almış bulunan, elde örme takkesiyle hafifçe öne eğilmiş baş, Cuma vaazını dinliyordur zihnin ardı ardına geçip giden göstergelerinde. Ama bugün, bu cuma yoktur o bu Câmi’ de. Öldüğü günden bu yana Câmi’ye gelmemiştir, gelememiştir. Câmi’ye gelen herkes gibi, ne düşünüyor idiyse o eski vakitlerin hepsinde, ölüp gidenin o anda o Câmi’de oturup durduğu yerde olmadığını, artık düşünmüyor olduğunu görür, ölmemiş olan izleyici insan.

***

Ölümü tefekkür eder o vakit içinizdeki çocuk. O saf meraklı duruşuyla yer bitirir hesabını sonranın, sonrasının. Sorular ardı ardına gelir. O, o anda kalmıştır hep; hiç ölmeyecekmiş gibi düşünmekle mücehhez insan, ölümün alıp götürdüğü yerde ne yapıyordur şimdi? Yahut o var mıdır şimdi? Yoksa ölüm, onu ruhuyla bedenini ayırdığında kıyamete dek süren bir uykuya mı yatırmıştır? Nereye gider ruh? Ya cevaplar, onlar nerdedir peki? Karın ağrısından başka bir şey vermeyen anlatılmış masalların içinde mi? Hayır!

“Her can ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz.” (Ankebût 57)

“De ki: “Sizin için görevlendirilen ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.” (Secde 11)

Rabbine dönecektir ruh, peki nasıl? Uykuda olduğu gibi.

”Allah, insanların ruhlarını öldüklerinde, ölmeyenlerinkini de uykularında alır. Ölümüne hükmettiklerinin ruhlarını tutar, diğerlerini belli bir süreye kadar bırakır. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır” (Zümer 42)

Ölüm anı nasıldır? O an henüz insan olan birleşimin anlayacağı şekilde hitabedecekler melekler. Sevdikleri nasıl ölmüştür, kendisi nasıl ölecektir? Soğukkanlılıkla bakabilecek midir insanınoğlu?

“Allah’a karşı yalan uyduran veya kendine bir şey vahyedilmemişken, “Bana vahyolundu” diyen, ya da “Allah’ın indirdiğinin benzerini ben de indireceğim” diye laf eden kimseden daha zalim kimdir? Zalimlerin şiddetli ölüm sancıları içinde çırpındığı; meleklerin, ellerini uzatmış, “Haydi canlarınızı kurtarın! Allah’a karşı doğru olmayanı söylediğiniz ve O’nun âyetlerinden kibirlenerek yüz çevirdiğiniz için bugün aşağılayıcı azap ile cezalandırılacaksınız” diyecekleri zaman hâllerini bir görsen!” (En’am 93)

Ölümün katmerli acılarını tadacaktır zâlim, canı bedeninden çıkarılırken.

”İşte o zaman sana, hayatın da, ölümün de katmerli acılarını tattırırdık. Sonra bize karşı kendine hiçbir yardımcı bulamazdın.” (İsrâ 75)

“Yoksa kötülük işleyenler, kendilerini, inanıp salih amel işleyenler gibi kılacağımızı; hayatlarının ve ölümlerinin bir olacağını mı sanıyorlar? Ne kötü hüküm veriyorlar!” (Câsiye 21)

“Melekler, kâfirlerin yüzlerine ve artlarına vura vura ve “haydi tadın yangın azabını” diyerek canlarını alırken bir görseydin.” (Enfâl 50)

Peki ya iyiler? İyiler için ise hissedecekleri bir müjde verilecektir.

“Melekler, onların canlarını iyi kimseler olarak alırken, “Selâm size! Yapmış olduğunuz iyi işlere karşılık girin cennete” derler.” (Nahl 32)

Ölüm, bir sondur insanın Dünya hayatı için. İnsanın Dünya’da yaşadığı vakitlerin, zamanın kucağından çekip alınmasıdır; ama asla insan için son değildir. Ancak sonlanan şeyler vardır artık. Ne namaz ne oruç yoktur gayri; mükellefliği, ruhu, bedeni elinden alınan insanın. Saniyeler durmuş, geçmiş donmuş, süregiden kişisel tarih yerinde kalakalmıştır.

”Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et.” (Hicr 99)

Bedeni toprak olan insan, bedeninde kalmadığı gibi çekip göklere giden ruhunda da değildir. Ruh gelip bedenlendiği vakte kadar nasıl insan değil idiyse, şimdi de insan değildir. İnsan olamadığı için hiçbir yerdedir kıyamete dek. Bu yüzden diriltilene kadar hiç kimse artık insan değildir; işte sırf insan olsun diye tekrar diriltilecektir. Ruhuyla çekip giden tüm ruhsal bileşenleri (aklı, zekâsı, nefsi, hafızâsı, iradesi) dirilmeyle dönecek bedene ve insan yeniden var olacaktır. O güne dek, dirilene dek ölüler bekleyeceklerdir kuşkusuz.

“İnkâr edenlere gelince, onlara dünyada da, ahirette de şiddetli bir şekilde azab edeceğim. Onların hiç yardımcıları da olmayacaktır.” (Âl-i İmran 56)

“Her canlı ölümü tadacaktır. Ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete sokulursa, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.” (Âl-i İmran 185)

Belki azab için hesap gününü beklemeyecek ölülerde vardır, belki de kıyamete kadar onları azab ile cezalandırmayacaktır Allah; fakat biz bunu idrak edemeyeceğiz, bilemeyeceğiz. Ama bildiğimiz kesin bir şey var ise perdelerle bizden ayrılan ruhlarla konuşamayacağımız, onlara ne iyilik ne de kötülükte bulunamayacağımız gerçeğidir. Herhalde biliriz ki; onlar da bize iyilikte ve kötülükte bulunamayacaklardır. Allah’ın takdir ettikleri başka. Ama biz ölülerden medet umamayacağımızı, medeti sırf Allah’tan bekleyebileceğimizi bilir, perdelerden geçip geldiklerini, ölülerin ruhlarıyla temas edip haber aldıklarını iddia eden bezirganlara itibar etmeyiz.

“Diriler ile ölüler de bir olmaz. Allah, dilediğine işittirir. Sen, kabirde bulunanlara işittirecek değilsin.” (Fatır 22)

“Ateş; sabah akşam, ona sunulurlar. Kıyamet-saatinin kopacağı gün: 'Firavun çevresini, azabın en şiddetli olanına sokun' “ (Mü’min 46)

Fakat ölümden sonra Rabbine dönen kötünün ruhu artık her şeyi anlayacaktır, rüyâda yürüttüğü mantık gibi yürüyecektir mantığı insan ruhunun. Suçlu olduğunu anlayacak ve geri dönmek isteyecektir bedenine; kusursuz bir kul olmak için. Düşünebildiği o bedensiz devrede, her şeyi idrak edebilecek bir halde ise, elbette hissedecektir, elbette korkacaktır. Ne dehşetli andır o!

“Nihayet onlardan birine ölüm gelince, “Rabbim! Beni dünyaya geri gönderiniz ki, terk ettiğim dünyada sâlih bir amel yapayım” der. Hayır! Bu sadece onun söylediği (boş) bir sözden ibarettir. Onların arkasında, tekrar dirilecekleri güne kadar bir perde vardır” (Mü’minun 99-100)

Geri dönüp bedenine ulaşamayacak ve geride kalanlarla konuşup onları uyaramayacaktır. Fakat iyiler cennet müjdesiyle ulaşacaklar Rabbin yanına. Kıyamet kopana dek bilemediğimiz bir vasıfta bilemediğimiz bir konumda ve bilemediğimiz bir zamanla çevrelenmiş halde bulunacak bütün ruhlar. Kıyamette hesap verecekleri vakte kadar geçmiş bulunan zaman onlarla alakalı olmayacak. Belki zamanın göreliliği belki de bedensizliğin getirdikleri insana kıyamete kadar geçen Dünya zamanını hissettirmeyecek.

“Allah’ın sizi çağıracağı, sizin de O’na hamd ederek emrine hemen uyacağınız ve pek az kaldığınızı sanacağınız günü hatırla!” (İsra 52)

Allah’ın adaletini bilen dirilerin, ahiret günü olmadan, hesaba çekilmeden insanın kendisinden öncekilerden daha az, kendisinden sonrakilerden daha çok azaba yahut mükâfata muhatap edilmeyeceğini de bilmeleri gerekir. Zamanı yaratan Allah, zamanı kaldıracak güce de sahiptir. Ve O, ne erken ne de geç ölen için herhangi bir haksızlık vermeyecektir; dirilene kadar cehennem azabı ile cennet ödülüne kavuşmuş olmayacaktır insan. Ancak hissedecektir başına gelecekleri. Dirildiği vakit bu hissettikleri ile dolmuş bir halde girecektir bedenine.

”O gün insanlar amellerinin kendilerine gösterilmesi için bölük bölük kabirlerinden çıkacaklardır” (Zilzal 6)

Azabı insan tadacaktır, insan olmayan ruh değil. Mükâfatı ruh idrâk etse bile insan tadacaktır, bedeninden uzak olan ruh değil. O gün, herkes dirildiği anda, ne kadar zaman geçtiğini bilemeyecek, kısa kaldıklarını sanacak mezarlarında. Tıpkı uyuduğumuzda ruhumuzun gittiği yerden gelene kadar geçen süreyi idrak edemediğimiz gibi, o günde de hatırlamayacağız. Kıyamette diriler ve göklerdeki ruhların hepsi(Allah’ın diledikleri hariç) sûru duyacaklar ve dehşet verici bir korkuyla ölecekler. Dirilerin ruhları çıkacak bedenlerinden. İkinci kez Sûra üfürüldüğünde, ruhlar bedenlerle birleşecek ve insanların her biri iki şahitle koşacak hesap yerine.

“Sûr’a üfürüleceği ve Allah’ın dilediği kimselerden başka göklerdeki herkesin, yerdeki herkesin korkuya kapılacağı günü hatırla. Hepsi de boyunlarını bükerek O’na gelirler.” (Neml 87)

“Sûr’a üflenir ve Allah’ın dilediği kimseler dışında göklerdeki herkes ve yerdeki herkes ölür. Sonra ona bir daha üflenir, bir de bakarsın onlar kalkmış bekliyorlar.” (Zümer 68)

“Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir de: İşte bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir, denir. Sur'a üfürülür; işte bu, geleceği vadedilen gündür. Herkes, yanında bir sürücü ve bir de şahitle beraber gelir." (Kâf 19, 20, 21)

“Sûra üfürülür. Bir de bakarsın, kabirlerden çıkmış, Rablerine doğru akın akın gitmektedirler”. (Yasin 51)

Nasıl olacağız peki dirildiğimizde? Yaşadığımız Dünya’yı göğü ve yeriyle yok edecek Allah; Yeni bir yer ve yeni gökler yaratacak.

“O gün yer, başka bir yere, gökler de başka göklere dönüştürülür ve insanlar bir ve kahhar (her şeyin üzerinde yegâne hâkim) olan Allah’ın huzuruna çıkarlar.” (İbrahim 48)

”Sizin yerinize benzerlerinizi getirmek ve sizi bilemeyeceğiniz bir şekilde yeniden yaratmak üzere aranızda ölümü biz takdir ettik. Bizim önümüze geçilmez.” (Vâkı’a 60-61)

Acaba, içinizdeki çocuk mezarlıklarda ne zamana kadar ölümü ve dirilmeyi tefekkür edebilecek? Ne zamana dek tövbelerle dönüp duracak günahlarından dolayı bunalıp kaldığı çaresizliklerin içinde? Aklı erdiği her vakitte bunu yapabilecek, ama ya başka türlü olursa? Ya yaşadığı halde aklı ermemeye başlarsa? O zaman nasıl tövbe edecek yaşarken?

“…Yine içinizden bir kısmı da ömrün en düşkün çağına ulaştırılır ki, bilirken hiçbir şey bilmez hâle gelsin…” (Hac 5)

Alper Selçuk, 28.09.2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder