34. Ali Bulaç,"Aydın olmaktan vazgeçiyorum", Desin.

 “Her gün ark değiştiren akarsuya ırmak denmez.”
                                                                        Mustapha Méditerrané

Eylül ayının dördüncü haftasında (22.09.2008), Kanal 1’de Fatih Altaylı’nın Teke Tek adlı programında Gazeteci-yazar Ali BULAÇ’ı izlerken zihnimden geçenleri sınıflandırmakta zorluk çektim. İnsan’ın hemen her hâline alışkın olmama rağmen, Ali BULAÇ’ı izlerken ve dinlerken; onu  yadırgadığımı, bundan dolayı sorguladığımı, nihayetinde ona acıdığımı söylemem gerekir. Çevresi mor halelerle içeri çökmüş gözleri çok kararsız bakıyordu Altaylı’ya; kararsız, tedirgin, suçüstü yakalanmış gibi  (Eleştiri(!)lerinin başına açacağı işlerden kaynaklanan bir tedirginlik değildi, sanırım). Danışıklı bir döğüş vardı sanki orta yerde. Altaylı soruyor, BULAÇ ardı sıra, papağan gibi aynı şeyleri tekrarlayıp duruyordu. AK Parti’ye karşı pozisyon aldığı gün gibi ortadaydı.
                                                                      ***
 Söylediklerini dikkatle izledim. Çünkü; Ali BULAÇ, aydının tanımını yapmaya çalışan, böylelikle bir düşünür, aydın olduğunu söyleyen ve yazan biriydi. Ekranda ve mikrofonda olmanın getirdiği geçici güç sanrısı değildi onu etkileyen.
Başka bir şeyler vardı; bir hesaplaşma, bir bakın “ipliğinizi pazara çıkarırım” tehdidi, “bu şimdilik başlangıç” tonlu girizgâhlar, ipucu türünden bilgi kırıntıları, vesaire… Eleştiri maskesi ardına saklanmış, kanıtsız, detaysız bir sürü olumsuzluk. Söyledikleri özet olarak; ekonomi iyi yönetilmiyor, yolsuzluklar arttı, birilerinin birdenbire zengin olması artık göze batıyor ve halk bunu eleştiriyor, gibi… hiçbir veri ya da kanıtla desteklenmeyen ucu açık, CHP ağızlı, (Diğer muhâlefet partileri en azından hükümeti bu türden suçlamalarla suçlayamayacaklarının farkındalar) bir Ali BULAÇ izlemek gerçek bir işkenceydi. Ak Parti’yi suçlamak için yüzlerce neden bulabilirdi Ali BULAÇ; CHP’nin iler tutar yeri olmayan dedikodu olmaktan öte gidemeyen eleştirilerini neden alıp sıraladı, bunu anlamak, bu davranışı sınıflandırmak çok zor.
                                                                          ***
 Fatih Altaylı’nın “ Siz Sayın Başbakan’ın danışmanlığını da yapmıştınız, Belediye Başkanlığı döneminde” türünden hatırlamaları, ince bir pişmanlık refleksiyle “ evet” diye cevaplayan Ali BULAÇ’a neler olmuştu. Köşe yazılarında bu konuyu işleyebilir, kanıtlarıyla gazetecilik yapabilirdi; iddiaları çok büyüktü ama sadece dedikodu türündendi. Bu Ali BULAÇ’a yakışmamıştı. Belki dışarıdan göründüğü kadarıyla kişisel bir kırgınlığı vardı Bulaç’ın. Gergin bir ruh haliyle konuşmasının kökeninde aile içi sırları ifşa etmenin utancı da olabilirdi. Bir aydın için aklı ve vicdanı önceleyen eleştiri temel ödevdir zaten. Ve Ali BULAÇ’tan beklenen de bu tarz bir eleştiriydi.  Dedikodu kılıklı eleştiriler değil. Ali BULAÇ, bir ekonomist değildir; ama ekonominin iyi yönetilemediğini söyleyebiliyor. Olabilir, bir vatandaş olarak söyleme hakkı vardır, ama bir gazeteci olarak bunu kanıtlarıyla söylemek zorundadır. Ve cari açık dışında Türkiye’nin ciddi ekonomik sorunları bulunmamaktadır. Eleştirilebilir konu olarak Ekonomik büyüme’nin tabana yayılması sorunu da sosyal politikaların güncelleştirilmesi ve memurlara yapılan zamlarla geniş zamana yayılarak ortadan kaldırılmaktadır- 2001 de 300 $ olan öğretmen maaşı 2008’de  1000 $-. Ki; büyük ekonomik çöküşler yaşayan bir ülke için de bu kadar kısa sürede sorunları kontrol ederek ortadan kaldırmaya başlamak büyük bir başarıdır. BULAÇ bunları ya göremiyor ya da başka hesapların peşinde olduğunu kanıtlıyor. Yine BULAÇ, yolsuzlukların arttığından bahsediyor; oysa, Uluslararası Şeffaflık Kuruluşu'nca(Transparency International) (TI)  Yayınlanan 2008 Yolsuzluk Algılama Endeksine Göre, 180 Ülkenin Yer Aldığı Sıralamada Türkiye, 2007 Yılına Göre İyileşme Göstererek 64. Sıradan 58. Sıraya Yükseldi- en iyi üçte birin içinde-. Kaldı ki; 2003 de   'Yolsuzluk Algılama Endeksi'nde Türkiye, 133 ülke arasında temiz ülke sıralamasında 77'nci sırayı almıştı- en kötü%58 in içinde.  Yani yolsuzluk hızla azalıyor. BULAÇ, ciddi bir şekilde yanılıyor ve yanıltıyor. Kuşkusuz bunun vebâlini de taşıyacaktır.
                                                                      ***
Ali BULAÇ iyi niyetli olabilir, bazı yerel politikacılar ve münferit bazı olaylar onu haklı çıkacak şekilde yaşanmış olabilir. Ancak kurumsal olarak AK Parti’yi suçlaması, AK Parti Hükümetlerine karşı insafsızlık yapması, onun aydın kimliğine yakışan bir tavır değildir. Türkiye’nin kötü yönetilmediği, aksine iyi yönetildiği taraflı tarafsız herkesin açıkça dile getirdiği bir konu. Sağlık konusundaki gelişmeler Aydın Doğan’ın bir röportajı’na dahi yansımıştı.
                                                                              ***

İşin ciddi kuşku  ve endişe uyandıran tarafı da, Ali Bulaç’ın  Köşesi’nin bulunduğu Zaman Gazetesi’nde bu eleştirilerini  rahatlıkla yapabileceği halde şimdiye kadar yapmamış olması. Ve Altaylı’nın programına çıkarak bu tutarsız tavrı sergilemesi. Bu durum fevrî davrandığına işaret ediyor. Aydın sorumluluğunu işlemiş biri olarak Ali BULAÇ’ın fevrî davranma hakkı yoktur. Son işlediği konular arasında bir tane AK Parti eleştirisi yoksa , Teke Tek gibi bir programa çıkıp salvo atışları yapması hakkında ne düşünürsünüz? İşte 20.09.2008 den 30.08.2008 ‘e doğru son konular; Varlığın sekülarizasyonu, Dünyanın sekülarizasyonu, Sekülerlik üzerine, İslam ve akıl, Tutum olarak laiklik, Ermenistan maçı, İsimler, Semantik müdahale, Türkiye'nin zor pozisyonu.
                                                                               ***
Ali BULAÇ’ın muhalif davranma hakkı da elbette vardır. Ancak yaptığı ölçüsüzlük onu izlediğimiz gün ve tâkibeden günlerde anlamamıza ve mazur görmemize izin vermedi. Tâ Soner Yalçın’ın 28.09.2008 tarihli hürriyet gazetesindeki köşe yazısında Milli Gazete Yazarı Sadık Albayrak’ı yazmaya davet etmesindeki sırrı anlayana kadar. Soner Yalçın aynen şöyle yazıyor:” Son  yıllarda gazeteler, televizyonlar ondan hep "Başbakan’ın dünürü" diye bahsediyor. Oğulları Berat ve Serhat nedeniyle adı duyuluyor artık. Küçük oğlu Berat (D. 1978), Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın kızı Esra ile evli. Genç yaşta Çalık Holding’in CEO’su oldu. Büyük oğlu Serhat (D. 1973) da Çalık Grubu’nda Sözünü ettiğimiz isim, gazeteci-yazar Sadık Albayrak. Başbakan Erdoğan ile dünür olduktan sonra bir köşeye çekildi; artık gazetelerde yazmıyor. Konuşmuyor. Halbuki: Görüşlerine karşı olsam da, Türkiye’nin ona ihtiyacı var, biliyorum. Türkiye’nin bu gergin günlerinde gazeteci-yazar Sadık Albayrak’a görev düşmüyor mu? Peki, neden sessiz? Dünür olması susması anlamına gelir mi hiç? Bunca yıllık Sadık Albayrak’ın köşesine çekilmesi kabul edilebilir mi? Bu muydu yani; iki oğlu önemli bir şirkette CEO olacak; hatta biri Başbakan’ın damadı olacak ve o yazılarıyla rüzgár ekip fırtına biçen Sadık Albayrak kalemini kıracak! Bunun için mi hapis yattı? Bunun için mi yüzlerce yıllık cezaları umursamadan kitaplar, makaleler yazdı? Uzun yıllar Milli Gazete’nin genel yayın yönetmenliğini yaptı. Önceleri AKP’ye sert muhalefet eden Milli Görüşçü isimlerin başında geliyordu.... Sonra kayboldu. Yazmadı işte. Dünürüyle fikir ayrılığı yüzünden mi kalemine kelepçe vurdu? Bilmiyorum. Bildiğim, Sadık Albayrak’ın akrabalık ilişkileri nedeniyle köşesine çekilmesine gönlüm elvermiyor. Sadık Albayrak’ın görüşlerini hiç paylaşmıyorum. Ama yazmasını can-ı gönülden istiyorum. Sadık Albayrak gazetecidir; yazardır; düşünürdür. İdealisttir. Vicdanlıdır. Ahlaklıdır. Aydın olma namusuna sahiptir. Bu özelliklerinin yanında "dünürlüğü" sadece küçük bir ayrıntıdır. Tarih Sadık Albayrak’ı dünürlüğüyle değil, yazdıklarıyla hatırlamalıdır.Evet, ben kendi adıma, Türkiye’nin bu zorlu sürecinde Sadık Albayrak’ın yazmasını istiyorum... Sadık Albayrak’ın "feodal ilişkilere" kurban edilmesini gönlüm ve aklım kabul etmiyor.”
                                                                          ***
Soner YALÇIN gazetesinden kovulan Emin Çölaşan için herhalde aynı şeyleri düşünmüyordu. Onun kovulmasına içi elverdi, ama Albayrak’ın yazmamasına içi elvermiyor, bu yüzden damardan işliyor.  Soner Yalçın’ın Ertuğrul Özkök ,Ahmet Hakan yollu zarflar atmasının ne manası olabilirdi?  Bu yakın ilginin sebebi neydi acaba? Medya’ya Nişantaşılı bir tane Ahmet Hakan yetmiyor muydu? Bir Ali BULAÇ, Sadık ALBAYRAK neden lâzım?
                                                                    ***  


Bu iki olayı birleştirince birilerinin komplo teorisi diyebileceği, ama benim rahatlıkla  doğru olabileceğini ileri sürdüğüm bir durum çıkıyor ortaya. Yeni saldırı yönü eski ve yeni dostlar mı artık? AK Parti’yi ve dolayısıyla Recep Tayyip ERDOĞAN’ı eski dostlarıyla mı yıpratmak istiyorlar? Gül-Erdoğan çatışmasını başaramayanların bu kez, bu ikilinin çevresindeki kişileri yıpratarak veya kullanarak değişmez hedeflerine doğru ilerledikleri açık ve net değil midir? Ali BULAÇ’ı konuşturmak, onu arkadan vurmaya teşvik edip bunu başarmak, Sadık ALBAYRAK’la ikinci başarıyı elde etmeyi denemek, daha başka ne anlama gelebilir ki?
***
Başbakan’ın Aydın Doğan’ın gazetelerini boykot etmesini eleştiren ‘yandaş medya’ güyâ demokrasi havarisi kesildiler, ama kullanıldıklarını fark etmediler. Hayreddin Karaman’ın ilgili destek yazısına kadar uyudular, Başbakana akıl verdiler. Herhalde CHP ‘nin ve Aydın DOĞAN’ın ne olursa olsun kırıntı kadar da olsa zarar verilsin, gibi bir amaçları olduğunu anlamakta zorluk çekmiyorlardır. Bu kadar saf ve sığ değildirler umarım. Ama aydın ve teroisyen Ali BULAÇ bile kuşkulu bir değişime uğradıysa onları hor görmemek gerekiyor.
                                                                 ***
Aydın Doğan’ın ve yandaşlarının yeni vizyonu bu: Başbakan’ın yakın çevresinden ‘çatlak’ sesler çıkarmak, bunu da eleştiri maskesi altında yapmak. Ali BULAÇ unutmamalıdır k; bu tavrıyla -eleştiri yapmaktan ziyâde-  gelecekte tarafsız ve aydın tutumların hepsini önyargıya mahkum etmiştir.  Aydın Müslüman’ın güvenilir olmadığı kuşkusuna zemin hazırladığını unutmasın ya da bu  ağır külfetten kurtulmak adına çıksın tekrar Teke Tek programına:” Aydın olmaktan vazgeçiyorum” desin. Eski dostlarını arkadan vurmanın hesabını da artık kendisi nasıl verirse versin. Ama önce Müslüman Aydın’ın ayaklar altına aldığı namusunu kurtarsın.  Böyle bir derdi yoksa bilsin ki; “Her gün ark değiştiren akarsuya ırmak denmeyeceği gibi, pişmanlıkları çok olana da aydın denmez”.

Alper Selçuk, 28.09.2008

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder